Yargısal Adalet ve Muhabbet Erdemi
Keşfedici
aklı; üretken zihin dünyası ve nitelikli emek kapasitesi ile bilgi ve
bilimden teknolojiye oldukça yüksek bir gelişim seyri sergilemek
suretiyle insanoğlu, ‘modern bir uygarlık’ birikimi
var etmiştir. Çeşitlenen toplumsal ilişki biçimleri; çoğalarak
farklılaşan organik sosyolojik iş bölümleri; giderek artan ekonomik ve
kültürel zenginlikler vb. beraberinde modern uygarlığın kendine özgü
bir sosyal düzen inşasını mümkün kılmıştır. Bu doğrultuda modern hukuk düzeni ve yargı adaleti sistematik bir yapıya ve kurumsal bir inşaya dönüşmüştür. Ancak bütün bu sistemsel-yapısal dönüşüme rağmen, toplumsal meselelerin, daha özelde hukuki nizaların ya da çekişmelerin çözümlenmesinde ‘ideal iletişimsel’ bir zemin ve çözüm yöntemleri teşkil etme noktasında modern toplumların muzdaripliği ortadadır. Bu ve buna benzer toplumsal ızdıraplarımızı teskin ve çözümleme sadedinde kadim tarihsel hafızamıza referansta bulunmak durumundayız.
Kuşkusuz
bu minvalde düşüncelerine referansta bulunabileceğimiz isimlerden
birisi de ünlü Osmanlı mütefekkiri, ahlak kuramcısı ve yargıcı
Kınalızâde’dir. Ünlü düşünür Ahlâk-ı Âlâî adlı
eserinde toplumsal meselelerin ve/ya uyuşmazlıkların çözümlenmesinin
iki temel yolundan söz etmektedir. Bunlardan ilki, taraflar arasındaki
nizalara adalet yasalarını veya ilkelerini tatbik etmek suretiyle
gerçekleşen çözüm usulüdür. Müellifin öngörmüş olduğu ikinci yol/usul
ise, muhabbet yoludur.
Bunlardan ilki, insanlığın ‘toplumsal düzenin inşası ve idamesinde yönelmiş olduğu kadim bir yöntemdir’. Burada ‘adalete yönelmiş olan’ hukukun,
yargı adaleti olarak tecelli etmesi beklenmektedir. ‘Yargısal adalet’,
taraflar arasındaki hukuki meselelerin çözümlenmesinde kurumsal olarak
yapılandırılmış bir mekanizmadır. Bu mekanizma veya yol insan aklına hitap ederken; ikincisi, insanın duygu dünyasına hitap
etmektedir. İrfânî geleneğin söylem düzeneğine uygun bir çıkarımla
Kınalızâde, ikinci yolu tercih edenleri toplumda seçkin bir konuma
yerleştirmiştir. Zira bir iletişim biçimi olarak muhabbetin cereyan
ettiği toplumsal kesim sınırlıdır. Muhabbetin egemen olduğu toplumsal
zeminde yargısal adalete ihtiyaç söz konusu değildir.
Kınalızâde, filozofların doğal bir birliğe (vahdet) benzediği
için muhabbeti, adaletten daha yüksek bir erdem olarak kabul
ettiklerini belirtir. Zira onlara göre adalet, yapma ve/ya yapay bir
birliğe benzemektedir. Hâlbuki özünde birliği gerekli kılan muhabbet, ikiliği ortadan kaldırmaktadır. Öyle ki yargısal adalet, ikiliğin ortaya çıkmasından sonra tahakkuk eder.
Sözlükte ‘insaf’ kelimesi ile tanımlanan adaletin türetmiş olduğu ikilik, ‘yarım’ manasına gelen nısf teriminden anlaşılmaktadır. Nısf, herhangi bir şeyin yarısını kişinin kendisinin alıp, diğer yarısını ise diğer ortağının almasını ifade eder. Mubabbet ile birliğe ulaşma imkânı söz konusu iken, yargısal adalette ikilik söz konusudur. İkilik doğuran yargısal hükümlerden ideal anlamda toplumsal faydanın ortaya çıkması da mümkün değildir. Tüm varlığın kıvam ve bekâsı için gerekli olan muhabbet, varoluşsal anlamda bütün değerlerin esası; ‘varoluşun özü’; ve varlık düzeninin kurucu zeminidir.
Kınalızâde, ‘Ezeli sevgi sırrı bütün eşyada sârîdir’ beyti
ile muhabbeti/sevgiyi, özsel anlamda varlığın her zerresine sirayet
eden bir töz olarak nitelendirir. O yüzden muhabbet ile adalet arasında,
salt kavramsal düzeyde bir ilişki yoktur. Bunun ötesinde, bu ikisi
arasında deruni mana boyutları ile ifade edilebilecek karşılıklı bir
belirleyicilik ilişkisi söz konusudur. Adaletin ayrılmaz bir unsuru
olarak değerlendirilen muhabbetin Batı dillerinde bir karşılığı
bulunmamaktadır. Sevgi içinde söyleşmeyi, halleşmeyi ve hemdem olmayı ifade eden muhabbetin, J. Habermas’ın ‘ideal iletişim’ olarak kavramsallaştırdığı şeye tekabül ettiği söylenebilir.
Formel
yargı adaleti sisteminin taraflar arasındaki nizâların çözümlenmesinde
kimi zaman kamu vicdanını tatmin etmekten uzak pratikleri; kimi zaman
yoğun iş yükü nedeniyle adaletin tecellisinin gecikmesi durumları ile
karşı karşıya kalıyoruz. Bu noktada alternatif uyuşmazlık yöntemleri olarak yargı düzenimize dâhil etmeye çalıştığımız kurumları (ara buluculuk gibi) kadim kültürümüzün değer dünyası ve kavramları ile içeriklendirmenin imkân ve yollarını aramalıyız.