Maraz-ı Hafî: Gönül Yetmezliği
Çağ insanına musallat olan gizli marazlardan (maraz-ı hafî) birisi de ‘gönül yetmezliğidir.’ Bu, güvensizliği ve gönülsüzlüğü mutlaklaştıran modern
uygarlığın ürettiği bir marazdır. Çözülen benlikler, onulmaz bir gönül
yetmezliği marazına düçar olmuştur. Modern insanın derin anlam yitimine
tutsaklığı ve bilinç-duygu durumu açısından bastırılmışlığı, onu gönül
fukaralığının sefaletine gark ediyor.
Hakikate
olan yönelişimizi sistematik biçimde anlamsızlaştıran ve/ya
değersizleştiren uygar dünya her geçen gün gönül dünyamızı
sığlaştırıyor. Gönül dünyamız sığlaştıkça da fiziki yurdumuz ve
metafizik evrenimiz daralıyor. Her şey üstümüze üstümüze geliyor. Ufunet
basıyor; ruhumuz daralıyor ve huzursuzlanıyoruz. Çarpıtılmış imgelerin
istilasına uğrayan zihinlerimiz sığınaksızlaşıyor. Bir idrak, duyuş ve
kavrayış olarak gönüllerimiz, modern uygarlığın zihinlerimizi esir alan
içkin iktidarının pençesinde kıvranıyor.
Biteviye
ızdırap verici bir harâbât hâli sarıyor ruhumuzu ve bedenimizi; ve
hatta bütün toplumsal bünyemizi. Giderek daha da nobranlaşan,
hırçınlaşan ve hunharlaşan insanoğlunun var ettiği tekinsiz bir dünyada
yaşıyoruz. Her geçen gün daha da sömürgenleşen; sömürgenleştikçe semiren
doyumsuz bir varlığa dönüşüyoruz. Ve insan insanın ve insan doğanın
sonu olma yolunda hızla mesafe katediyor. Gayrına olduğu kadar kimi
zaman kendine de erdemlice yaşamı esirgiyor. Başkasıyla
olan ilişkisini, mübadele yasası üzerine kuruyor. O yüzdendir ki her
geçen gün insani ilişkiler kısırlaşıyor; yoksullaşıyor.
Gözetilen
çıkarlar, incelikli hesaplar, öngörülen beklentiler ve umulan
yararlılıklar üzerinden dostluklar ya da ahbaplıklar kuruluyor.
Ruhlarımız ötekinin kusurları üzerinde barbarca tepinmenin coşkusuyla
tutuşuyor. Tiksindiren pazarlıklar üzerinden derin hesaplar güdülüyor.
İkbal kaygısı ile gönençli bir istikbal adına sınırlar aşılıyor. Bu
yolda mani olarak görülen bütün engeller, ahlakilik kaygısı güdülmeden
fütursuzca kaldırılıyor. Kemirgen bir haset duygusunun kararttığı
vicdanlar, husumetle başkasına gadretmeyi meşrulaştırıyor. Basamakları
külfetsizce ve hatta emeksizce aşmak bir davranış ilkesine dönüşüyor.
Bencil çıkarların tatmini, keyfiyetsizce iş tutmanın gerekçesine dönüşüyor. Bir gösteriş ögesine indirgenen erdemler, mezatlık bir metaya tahvil ediliyor. Ezcümle insan, ‘hüsrana’ doğru
sürükleniyor. İnsan, kendisine istikamet ve yörünge tayin eden
cevherini yitiriyor. Hiç kuşkusuz o cevher, gönül cevheridir.
Gönül, medeniyet
coğrafyamızda cisimleşen insaniliğin döl yatağı ve esin kaynağı olan
yüksek hissiyatın adıdır. Bu yüksek hissiyatın/değerlerin banisi olan
medeniyetimiz bizatihi ‘gönül medeniyetidir.’ Gönül,
medeniyet birikimimizin metafiziksel özüdür. Gönül; tekil anlamda bir
şahsiyet inşasında insan olmanın kıvamını ifade eden bir cevherdir.
İnsaniyet ve cemiyet inşasında ahengi, altın oranı ve/ya yetkinliğin
ölçüsünü ifade eder. Tinsel takati tükenen, nefesi kesilen ve mecali
kalmayan ruhlarımızı soluklandıran bir manevi enerjidir. Gönül,
öğrenilmiş bilgiyi bilince dönüştüren bir idrak; edinilmiş tecrübeyi
töreye dönüştüren bir manevi varlık; ve ruhu incelten bir hissiyattır.
Gönül, mürşittir. Aklı,
dimağı ve ruhu irşat eder. Aşırılıklarını ve taşkınlıklarını
törpüleyerek onlara kılavuzluk eder. Gönül, bir hissiyat dergâhıdır.
Kıvanca ve gönence olduğu kadar hüzne ve kedere de fasılasız biçimde
yaşam kapısını açık tutar. Gönül, bir idrak ve kavrayış istikametidir.
Gündelik yaşamın gerekleri ve günübirlikçi ruhların gezer yüzer
iştahları altında ezilerek yitip gidenlere yön tayin edicidir.
İstikametini kaybeden aklı, sezgisel bir duyarlılıkla doğru yola sevk
eder.
Gönül, cesaret ve merhamettir. Hakikati
setretmeye ve vicdanları mahkûm etmeye tevessül eden zorba suretlerin
boyunduruğuna hiçbir surette girmeyen bir cesaret menbaıdır. Her daim
merhameti telkin eden bir sîret düsturudur.
Nitekim Hazreti Mevlana der ki: “Gönül kimin elinden tutarsa, o kimse kirli arzuların çamuruna düşmez.”
10.08.2017