Kayıtlar

Eylül, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yaşadığımız çağ: ‘Eylemsizlik Gücü’

Resim
  “Yaşadığımız çağ, esasen akıl ve tefekkür çağıdır; tutkudan yoksun, bir heyecanla parlayıp, sonra uslu uslu tekrar istirahate çekilen bir çağ.”  (Sören Kierkegaard) Zamana kayıtlı bir varlık olarak içinde bulunduğumuz anı ve hayatımızı sürdürdüğümüz çağı idrak edebilmenin iştiyakına sahibizdir. İçinde yaşadığımız çağı, idrak kastı ile anlamlandırmaya çalışırız. Kimi zaman onu, bütünlüklü bir anlam dünyası olarak tavsif edici biçimde yorumlarız. Bu süreli ve kayıtlı maceranın akışkan mecralarını keşfe çıkarız. Kimi zaman keşfettikçe küçülen anlam dünyalarının içinde kayboluruz. Bazen içinde yaşadığımız ana ve zamana aidiyetimizi unuturuz. Yaşadığımız çağa ruhunu veren ayartıcı uyaranların esir aldığı yaşam teknolojisine esir oluruz. Aşktan ve tutkudan yoksunlaştıran ve her geçen gün giderek çoraklaştıran çağ zindanına hapsoluruz. Kimi zaman beşerî evrenimizi ağır bir yıkıma uğratan çağ yangınında yok oluruz. Böylece yaşadığımız çağ, bir  esaret çağına  dönüşür.

Millî eğitim meselesi

Resim
Yeni eğitim-öğretim yılı, okul öncesi eğitimden orta öğretime, yenilenen müfredat programından sınav sistemine varıncaya kadar Türkiye’nin eğitim meselesine dair birçok tartışmanın eşliğinde başladı. Bu tartışmalar sürerken, henüz üzerinde çalışılan yeni bir sistemi hayata geçirmek adına, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş  (TEOG)  sınavının kaldırıldığı Millî Eğitim Bakanınca kamuoyuna duyuruldu. Böylece bir türlü sistemsel istikrarı yakalayamadığımız sınav sistemi uygulamalarından birisi daha sonlandırıldı. Millî eğitim alanında sürdürülebilir politikaların belirlenmesi ve rasyonel uygulamaların üretilebilmesi noktasında temel bir sorunla karşı karşıyayız. Bu sorun, eğitim-öğretim sistemimizin zihniyet çatışmaları ve ideolojik koşullanmışlıklarla muallel hâle gelen sancılı modernleşme serüvenimizin  merkez çatışma alanı  olarak algılanmasıdır. Böylesi bir gerilim zemininde yapılandırılan ve istikrarsız uygulama modelleri üreten eğitim sistemimiz,  ‘millî bir mesel

Maraz-ı Hafî: Gönül Yetmezliği

Resim
  Çağ insanına musallat olan gizli marazlardan  ( maraz-ı hafî )  birisi de  ‘gönül yetmezliğidir.’  Bu,  güvensizliği ve gönülsüzlüğü mutlaklaştıran  modern uygarlığın ürettiği bir marazdır. Çözülen benlikler, onulmaz bir gönül yetmezliği marazına düçar olmuştur. Modern insanın derin anlam yitimine tutsaklığı ve bilinç-duygu durumu açısından bastırılmışlığı, onu gönül fukaralığının sefaletine gark ediyor. Hakikate olan yönelişimizi sistematik biçimde anlamsızlaştıran ve/ya değersizleştiren uygar dünya her geçen gün gönül dünyamızı sığlaştırıyor. Gönül dünyamız sığlaştıkça da fiziki yurdumuz ve metafizik evrenimiz daralıyor. Her şey üstümüze üstümüze geliyor. Ufunet basıyor; ruhumuz daralıyor ve huzursuzlanıyoruz. Çarpıtılmış imgelerin istilasına uğrayan zihinlerimiz sığınaksızlaşıyor. Bir idrak, duyuş ve kavrayış olarak gönüllerimiz, modern uygarlığın zihinlerimizi esir alan içkin iktidarının pençesinde kıvranıyor. Biteviye ızdırap verici bir harâbât hâli sarıyor

Küresel Şizofreni: Arakan Soykırımı

Resim
  Bugün kurulu dünya düzeninin küresel baronlarının gözleri önünde sergilenen ağır bir insanlık vahşeti ile karşı karşıyayız. Dehşetengiz bir şiddet ve zulüm düzenine; binlerce masum insanı katleden ölüm tarlalarına; gaddarca gerçekleşen etnik ve dinsel temizliğe tanıklık etmekteyiz. Modern küresel uygarlığımızın temel insan haklarına ilişkin üretmiş olduğu yaldızlı kavramların hegemonyasını yerle bir eden ağır bir vahşetle karşı karşıyayız. İnsan onurunu hedef alan bu yıkıcı vahşet, Myanmar’ın güney batısındaki Arakan eyaletinde yaşayan  Rohingyalı Müslüman topluluğa  yönelmiştir. Myanmar ordusu tarafından bu topluluğu hedef alan etnik temizlik  ( ethnic cleasing ) , öncelikle bölge insanının vatandaşlık haklarından yoksun bırakılarak yurtsuzlaştırılması ve sürgün edilmeleri ile başlamıştır. Birleşmiş Milletler ve yanı sıra birçok sivil toplum örgütü tarafından bu halklara yönelen devlet şiddeti ve hak ihlallerinin tescil edilmesine rağmen, ne vahimdir ki uluslarar

Şehir ve Kentleşme

Resim
  Şehir, toplumsal olanın inşasında varoluşsal bir imkândır. Şehir, bânisi ile birlikte eş-zamanlıca yapılanan bir  ‘ulu şâr’dır’ . Şehir, uygarlıkları anıtsallaştıran zamansal bir inşadır. Anıtsallaşan şehirlerin fikri temelinde  tarihsel bir bellek, ince bir zevk ve özenli bir akıl  vardır. Şehir, tarihin bir izleğidir. Şehir, tarihin aynasında cisimleşen bir surettir. Bu suret, tarihin derununda kök salan medeniyet havzalarında biçimlenir; çünkü şehir ‘medîne’dir. Şehir, medeniyeti var eden bir yaşam kozasıdır. Şehir,   mekânsal bir düzlemdir; iç bütünlüğü ve özgünlüğü ile anlamlandırılmış bir uzamdır.  Şehir, mekâna tutunabilmenin imkânını tarih ve coğrafya üzerinden anlamlandırır. Şehir, toplumsalın inşasıdır. Şehir, sosyo-kültürel, entelektüel, siyasal ve sosyo-ekonomik imkân ve mübadelenin toplumsal bağlamıdır. Şehir, zamansal ardışıklığı içinde toplumun kolektif hafızasıdır. Şehir, deveran eden tarihselliklerin  icra meydanıdır. Şehir, yaşamın gayesi olarak  ‘