‘Tarafsızlık’ Mistifikasyonu: Partili Cumhurbaşkanlığı
Anayasamızın 101/4. maddesi ‘Cumhurbaşkanının tarafsızlığını’ temine yönelik olarak şu düzenlemeyi getirmiştir: ‘Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir...’ Referanduma
konu olan ‘Anayasa Değişikliği Kanunu’ ise Cumhurbaşkanının partisi ile
ilişiğinin kesilmesi yükümlülüğünün kaldırılmasını öngörmektedir. Bunun
üzerinden cumhurbaşkanının ‘tarafsızlığı’ ve ‘partili olması’ tartışması yürütülmektedir.
Zihinsel kodları açısından değerlendirildiğinde bu tartışma, siyaseti ve siyasi partileri epistemik bir güvensizlik üzerinden tanımlamaktadır. Yüceltilen bürokratik iktidar karşısında güvensizliğe mahkûm edilen siyasal iktidar, halk iradesini temsiliyet noktasında sistematik biçimde zaafa uğratılmaktadır. Bu güvensiz politik episteme, 1961 ve 1982 Anayasaları ile kurulan vesayet düzeni adına toplumu depolitizasyona tabi tutmayı amaçlamıştır. Vesayet düzeni, siyasal iktidarın sürekli biçimde erimesine yol açan ‘merkezkaç güç’ olarak tahkim edilmiştir. ‘Tarafsızlık’ mistifikasyonu ile örtbas edilmeye çalışılan ‘paternalist vesayetçi tutum’, demokratik siyasetin kurumsallaşmasını akim bırakmıştır.
‘Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları’ (m. 68) olarak nitelendirilen siyasal partiler, ‘demokratik devlet ve toplum düzeni içinde millî iradenin oluşmasını’ amaç edinirler. Bu amaca hizmetle siyasi partiler, demokratik hükûmet yapılanmasının esasını oluştururlar. Tarihî kökeni açısından varlık gerekçesi, ‘yurttaşın siyasi faaliyette bulunma hakkına’ müstenit olan siyasi partiler, modern demokrasileri nitelemektedirler.
Demokratik düzende siyasi partiler, siyasal hakların kullanımı
bakımından bir imkân/zemin var etmektedir. Bütün demokratik hükûmet
sistemleri açısından siyasi iktidarlar, siyasal parti/ler tarafından
kurulan hükûmetlerce oluşturulmaktadır.
Mevcut atipik vesayetçi parlamenter hükûmet sistemimizde cumhurbaşkanı, ‘partiler üstü’ ve ‘tarafsız’ bir figür olarak konumlandırılmasına rağmen paradoksal biçimde aşırı icrâî yetkilerle donatılmıştır. Cumhurbaşkanlığı makamı, siyasal alanı paternalistik biçimde tanzim edici ve gerektiğinde siyasi aktörleri hizaya getirici bir vesayet odağı olarak tasarlanmıştır. 1961 ve 1982 Anayasalarının sistemsel motivasyonu, bu makamı vesayetçi demokrasiyi sürdürecek aktörlere tevdi etmek olmuştur. O yüzden cumhurbaşkanlığı seçimleri, serbest demokratik rekabet süreciyle değil; bu ‘dispolitik sistemin’ içkin hedeflerine hizmet etmesi beklenmeyenlerin tasfiyesi biçiminde
uygulanmıştır. Seçimler, kimi zaman şantaj ve tehdit gibi hukuk dışı
müdahaleler, yapay politik gerilimler ve krizlerle şaibeli hâle
getirilmiştir.
Yine bir
krize dönüştürülen cumhurbaşkanı seçimi üzerinden gerçekleşen 2007
Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin
kabulü; ve buna bağlı biçimde adayların seçim kampanyası yürütmesi imkânı, maddi anlamda ‘tarafsızlık’ ilkesini anlamsızlaştırmıştır. Bu durum, 1982 Anayasasının klasik parlamentarizmin sınırlarını aşan cumhurbaşkanlığı makamının hukuki rejimini daha da atipikleştirmiştir. Kendisine iki defa seçilme hakkı tanınan cumhurbaşkanının sahip olduğu icrâî yetkileri üzerinden siyasi sorumluluğunun öngörülmesi siyasal tarafsızlık olasılığını izale etmiştir. Bu durumda mevcut sistemde cumhurbaşkanı için ancak, devletin başı olarak ‘Türkiye Cumhuriyetini’ ve ‘Milletin Birliğini’ temsili açısından tarafsızlık ilkesi söz konusudur.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ise, öngörmüş olduğu doğrudan demokratik meşruiyet imkânı üzerinden ‘hükûmet kurucu’ halk iradesinin aracısız biçimde tezahürüne olanak sağlamaktadır. Bu öngörü, mensubu olduğu siyasi parti ile ilişiğini kesmek suretiyle sözde ‘tarafsız’ olup, yetkili ve fakat sorumsuz olan cumhurbaşkanının yerine; hukuken ve siyaseten sorumlu bir cumhurbaşkanlığı öngörmektedir.
Öngörülen sistemde, yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının tarafsızlığı temsil ve icrâî sorumluluğu açısından net bir biçimde belirlenmiştir. ‘Devletin temsili’ ve ‘hükûmet etme sorumluluğu’ açısından cumhurbaşkanının tarafsızlığı, şeklî anlamda parti ile ilişiğinin kesilmesi yoluyla değil; hukuki ve siyasi sorumluluk üzerinden etkin bir güvence mekanizmasıyla tayin
edilmiştir. Önerilen model, halkoyu ile seçilen cumhurbaşkanının
mensubu olduğu siyasi partisiyle ilişiğini kesmesini öngören fiilen imkânsız ve atipik olan durumu esas almamıştır. Zira siyasi parti mensubiyeti olan birisinin siyasal yaklaşımları açısından tarafsızlığını iddia etmek ne olası ve ne de olağandır.
Sonuç
olarak, cumhurbaşkanının tarafsızlığı miti, mükemmelliğe yönelik bir
beklentinin ifade edilmesinden ziyade kusurlu bir gerçekliğin
perdelenmesine hizmet etmektedir. Öngörülen düzenleme,
Cumhuriyet tarihimizin bütünü içerisinde asla gerçekleşmemiş olan
zorlama bir ideali değil, siyasi pratiklerimizin tarihsel gerçekliğini
göz önünde bulunduran isabetli bir düzenlemedir.
09.03.2017