Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Yargı bağımsızlığı
16 Nisan referandumuna konu olan anayasa değişiklik teklifi üzerine sürdürülen tartışmanın can alıcı konularından birisi yargı bağımsızlığı meselesidir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi açısından yargı bağımsızlığı meselesinin konuşulması anlamlıdır. Zira, ‘atama, disiplin ve denetim gibi yargıçların özlük işlerinin yürütüleceği Kurulun teşkili yargı bağımsızlığı ilkesi’ açısından önemlidir. Ancak meselenin, yargı idaresi kurulunun teşkili veya üye yapısının belirlenmesine indirgenmesi, konunun özüne temas etmekten uzaktır.
İlk kez 1961 Anayasasıyla öngörülen ve 18 üyeden oluşan (6’sı Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosunca seçilen) ‘Yüksek Hâkimler Kurulu’ ile birlikte yargı üstünden yürütülen bir iktidar mücadelesi başlamıştır. Bu mücadelenin ilk hamlesi 12 Mart Muhtırası ile
gelmiştir. 1971’de yapılan değişiklik ile bütün üyeleri Yargıtay Genel
Kurulunca seçilen, 11 kişilik bir kurula dönüşmüştür. Bu militarist
vesayetçi müdahale ile Parlamentonun yetkisi elinden alınmıştır. Yargıyı
kontrol etmeye dönük bu vesayetçi refleks, siyaseti işlevsizleştirmeye dönük anti-politik bir amaç gütmüştür.
Daha sonra, darbeci vesayet ruhunu sürdüren 1982 Anayasasında bu kurul, ‘Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ adıyla
yer almıştır. Kurula başkanlık eden Adalet Bakanı ve kurulun tabi üyesi
olan Adalet Bakanlığı müsteşarıyla birlikte Kurul, Yargıtay üyelerinin
kendi aralarından seçmiş oldukları 5 hâkimden oluşmuştur. Kooptasyonu (kendi
temsilcilerini kendilerinin belirlemesini) esas alan bu kurul yapısı
üzerinden yürütülen tartışmaların odağında Adalet Bakanı ve Müsteşarının
bulunması meselesi yer almıştır.
Her iki modelin de yargı bağımsızlığını değil, demokratik siyaset karşısında konumlandırılan vesayet aygıtı olarak yargı iktidarını muhafaza etme güdüsüyle hareket ettiği görülmektedir. Araçsallaşan yargı iktidarı, vesayetçi yapıyı istihkam etme amaçlı bir takım aktivist yargısal pratikler ve ‘militan yargısallık’ üretmiştir. Bu durum, yargının tarafsızlığını ve yargıya güveni zedelemiştir. Yargı idaresi kurulunun içe kapalı kooptatif yapısı, yargının kendinden menkul bir değer alanı inşa ederek jüristokrasiye yönlenmesine yol açmıştır.
2010
yılında yapılan Anayasa değişikliği ile 22 kişilik Kurulun teşkilinde
‘Cumhurbaşkanı (4), Yargıtay (3), Danıştay (2), Türkiye Adalet Akademisi
(1); Adli (7) ve İdari Hâkim ve Savcılar (3)’ yetkilendirilmiştir. Her
ne kadar bu değişiklikle, çeşitlenen bir seçici heyet öngörülse de
sistemin kooptatif yapısı baskın karakterini
korumuştur. Ayrıca, adli ve idari kürsü hâkimlerinin seçim sürecine
dâhil edilmesi yargı sisteminde doku bozumuna yol açacak bir takım
mahzurlar doğurmuştur. Venedik Komisyonunun 2007 raporunda, bu kurullara
üye seçiminde yalnızca yargı organlarının yetkilendirilmesinin kooptatif bir kast sistemine yol açacağı uyarısıyla karma sistem önerilmiştir.
Reform paketinde ‘Hâkimler ve Savcılar Kurulu’ olarak
isimlendirilen 13 kişilik yargı idaresi kurulunun 4 üyesi Cumhurbaşkanı
ve 7 üyesi Parlamento tarafından seçilecektir. Adalet Bakanının kurul
başkanlığı ve Bakanlık Müsteşarının tabii üyeliği sürmektedir. Bu reform
önerisi, yargının bir iktidar aygıtı olarak araçsallaştırılmasının
önünü kesmeye ve yargı erkinin demokratik meşruiyetini tahkim
etmeye dönük radikal bir hamledir. Nitekim demokratik devlet
yapılarında adalet sisteminin işleyişinden sorumlu olan merci, ilgili
kurullar değil, bizatihi yürütme erkidir.
‘Oligarşik kooptatif’ kurul yapısı yargı bağımsızlığının teminatı değildir. Siyasete olan güvensizlik üzerine
kurulu araçsallaştırılmış bir yargısal iktidar söz konusudur. Adalet
mekanizmasının işleyişinden ve adalet politikasından yürütmenin sorumlu
olmasından ötürü, Adalet Bakanının Kurulun başkanı olması doğaldır. Bu
aynı zamanda yargı pratiğinin demokratik meşruiyetini temin
edecek bir imkândır. Nitekim birçok demokratik ülke uygulamasında Kurul
üyelerinin seçiminde yürütme ve yasama erkinin birlikte yetkili olduğu
görülmektedir. Örneğin Fransız Anayasasında bu Kurulun başkanı
Cumhurbaşkanı, başkanvekili ise Adalet Bakanı olarak belirlenmiştir.
Son olarak, reform
paketinde Anayasanın 9. maddesine ‘bağımsızlık’ ilkesinin yanı sıra
‘tarafsızlık’ ilkesinin eklenmiş olması meselenin esaslı boyutuna temas
etmesi açısından önemlidir. Zira mesele daha çok, bir zihniyet sorunu
olarak tezahür eden yargıçların tarafsızlığı meselesidir.
16.02.2017