Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

‘Muhasebe Etmek’ ve yeni yıla dair umutlarımız

Resim
Millet olarak kimi zaman neşeli kimi zaman kederli; kimi zaman hüzünlü kimi zaman gönençli günleri idrak ettiğimiz koca bir yılı geride bırakıyoruz. Kayıtsızca akışta olan zamanın yeni bir yıl dönümünün arifesindeyiz. İnsan olarak bütün boyutları ile varlığımız, benliğimiz, tarihimiz ve muhayyilemizin yapılandığı  zaman düzlemi,  bir yandan bütün vüs’ati ile önümüze sonsuz bir ufuk çiziyor. Öte yandan bu düzlem, tekil yaşamlarımızda giderek daralan, yeni bir başlangıç için nihayete doğru evrilen bir mecraya ve/ya maceraya dönüşüyor. Her bir yaşam tekilliği için paha biçilmez bir değeri ve mutlak bir hakikati ifade eden bu sınırlı ve kayıtlı düzlem,  bir tarafta maziye dönük bir içsel muhasebenin; öte tarafta âtiye dönük derinlikli bir muhayyilenin imkânını oluşturuyor . Bize, tecrübe ettiklerimiz, görüp geçirdiklerimiz ve yapıp ettiklerimize dair bir  öz-hesaplaşmanın  inanılmaz fırsatını sunuyor. Muhasebe etmek,  elimizle düzeltme imkânından feragatle söze istimdat ed

Mihnetli yaşam

Resim
  Yükümüz ağır! Cesametli külfetler, ağır mihnetler, netameli fikirler, takatimizi zorlayan mükellefiyetler, erimi güç emeller ve tahammülü zor kederlerle cebelleşiyoruz! Külfetsiz nimete, emeksiz gönence, cefasız sefâya, çilesiz kıvanca, sefersiz zafere ve hasretsiz vuslata tâlip oluyoruz! Hak etmeden temellük etmeyi ve say etmeden kesbetmeyi yeğliyoruz! Hakkını veremediğimiz; yüreğimizi veremediğimiz; terini dökemediğimiz meşgalelerle iştigal ediyoruz. Derdi çekilmemiş sevdaların; çilesi çekilmemiş zaferlerin; künhüne eremediğimiz fikirlerin; ve bedeli ödenmemiş davaların peşi sıra gidiyoruz. Ceht ve gayret etmenin erdemliliğini bihakkın duyumsayamıyoruz. Her bir hacetimizin emeksiz, gayretsiz ve külfetsizce tastamam olmasını istiyoruz! Bedelini ödeme cesaretini gösteremediğimiz gönençler peşindeyiz. Ruhu çekilmiş söylemler ve serenatlar peşindeyiz. Akletmeden söz etmenin, düşünmeden eylemenin, hissetmeden söylemenin şehvetine kapılıyoruz. Kastını aşan kelam i

Kudüs Davası

Resim
  merikan yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan 1995 yılındaki kararının Başkan Trump tarafından yürürlüğe konması, bütün dünyada büyük bir infiale yol açmıştır. İç siyasal dinamikleri açısından ciddi gerilimler yaşayan Trump yönetiminin bu  sansasyonel kararının  kendisine dönük muhalefeti bertaraf etme amacına matuf olduğu düşünülebilir. Bu  provokatif hamle,  ileriye dönük biçimde İsrail’in elini siyaseten güçlendirmeyi amaçlayan bir girişimdir. Bu karar, ABD’nin bir  imaj operasyonu  olmanın ötesine geçemeyen  ‘insan hakları’ ve ‘demokrasi’ söylemlerine  rağmen bölgede  istikrarsızlık ve çatışma  hâlinin sürdürülmesine yarayan politikalarını tahkim edici niteliktedir. Bu karar, yalnızca Müslüman dünyanın değil, bütün insanlığın ortak değeri olan Kudüs’ü  Siyonist ideolojinin işgal politikasına   maruz bırakan bir yıkım kararıdır . Bu karar,  güvensizlik ve istikrarsızlık  üreten ABD dış politikasının yıkıcı etkisini gözler önüne sermiştir. Bu karar, Fi

‘Ambargo Davası’: Operasyonel Yargı Tiyatrosu

Resim
Türkiye’yi siyaseten kuşatmaya dönük küresel operasyonun yeni bir hamlesi olan  ‘ambargo davası’  (Sarraf davası) bütün dünya kamuoyunun gözleri önünde bir yargı tiyatrosu olarak sürdürülüyor. 15 Temmuz FETÖ’cü cunta darbe girişimi ile ülkeyi teslim alma hayalinin akim kalmasının akabinde bu kuşatmanın farklı fazlarda sürdüğü görülüyor. Askerî, siyasi, iktisadi ve hukuki alanlar ile diplomasi düzeyinde yoğunluğu artarak süren kuşatma harekâtı sürgit devam ediyor. Türkiye’yi hedef alan bu komplocu operasyonun küresel aktörleri, öngördükleri senaryoyu, terör örgütlerinin (FETÖ, PKK, DEAŞ, YPG vd.) figürasyonuyla ve uluslararası medya aygıtlarının algı operasyonlarıyla hayata geçiriyor. Bir terör yapısı tarafından talimatlandırılarak harekete geçirilip icra edilen 17-25 Aralık operasyonel yargısal aktivizminde kullanılan soruşturma delillerinin (yasa dışı dinlemeler, üretilen sahte deliller vd.) bu tiyatral davanın yargısal lojistiğini oluşturduğu görülüyor. Davanın işle

Koruyucu aile uygulaması

Resim
  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca yürütülen  koruyucu aile uygulaması veya bakımı , belirli bir sebeple  ‘öz ailesi tarafından bakılamayan’ ve ‘evlat edindirilemeyen çocukların’  himaye edilmesini ya da koruma altına alınmasını ifade etmektedir. Koruyucu aile bakımına muhtaç çocuğun sağlıklı gelişimi açısından öz ailesi ile bağının ve/ya ilişkisinin sürmesinin gerekliliği ilkesi uyarınca bu uygulama, geçici süreli bir hizmet olarak öngörülmektedir. Zihinsel, bedensel ya da psikolojik sebeplerden; ekonomik imkânsızlıklardan; ya da boşanma veya ölüm gibi durumlardan ötürü aile bütünlükleri sona erebilmektedir. Çocukların doğal yetişme ve gelişme ortamını ortadan kaldıran bu türden durumlarda, öz ailenin şartları iyileşinceye kadar başka bir ailenin yanında çocukların bakımlarının sağlanması geçici bir tedbir olarak öngörülmektedir. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre,  “bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ile kişisel güvenliği tehlikede o

Dünya Çocuk Hakları

Resim
  Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 yılında kabul edilen  ‘Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin  üzerinden tam 28 yıl geçti. Çocuğun  ‘yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakkı ’ gibi haklarını güvence altına almayı; çocuğun sağlıklı ve verimli gelişimini temin etmeyi amaçlayan sözleşmenin üzerinden geçen onca yıla rağmen, ne yazık ki dünya çocuklarının  hak mahrumiyetleri ve mağduriyetleri  kesintisiz biçimde devam ediyor. Çocukların  ‘ekonomik, sosyal, kültürel, medeni ve siyasi haklarını’  teminat altına almayı ve bu konularda devletlerin çocuklara karşı  pozitif yükümlülüklerini  düzenlemeyi hedef alan bu sözleşmeyi imzalayan bütün dünya devletlerine rağmen, masumiyetin bekçisi olan çocuklar, kirli küresel güç mücadelelerinin ve savaşların kurbanları olmayı sürdürüyor.  Küçük bedenlerin masumiyetine ve insan onurunun masuniyetine vahşice kasteden kirli savaşların karanlık failleri,  en şatafatlı biçimde  çocuk hakları retoriği  üretmekten de geri dur

‘Yeni Orta Doğu’: Kaos ve Savaş Siyaseti

Resim
    Son günlerde Orta Doğu’da, bölgede yeni bir küresel stratejik adımın atılmakta olduğuna işaret eden bir takım hadiseler yaşanıyor. Peşi sıra sökün eden hadiselerden ilki, Lübnan Başbakanı’nın Riyad ziyaretinde görevinden istifasını duyurması olmuştur. Yemen’den Suudi Arabistan’a fırlatılan füze haberlerinin ardından Suud hanedanlığından prens ve bakanların ‘yolsuzluk operasyonu’ kapsamında gözaltına alındığı haberleri dünya gündemine düşmüştür. Bunun akabinde düşen helikopterde bir Suudi prensin hayatını yitirdiği haberi duyulmuştur. Bütün bu olaylar dizisi ve gerçekleşen operasyonlar, kraliyet içinde tasfiyelerin ve/ya taht kavgalarının eşliğinde yürütülen bir  küresel proje  olduğuna işaret etmektedir. Bu olayların başlangıç noktası, Trump’ın başkanlığı sonrasında gerçekleşen Suudi Arabistan ziyaretidir. Bu ziyaret, Amerikan dış politikasının yeniden  İran’ı düşmanlaştıran  güvenlik paradigmasını yaşama geçirmesinin stratejik adımı olmuştur. Bu adımın tem

Yargısal Adalet ve Muhabbet Erdemi

Keşfedici aklı; üretken zihin dünyası ve nitelikli emek kapasitesi ile bilgi ve bilimden teknolojiye oldukça yüksek bir gelişim seyri sergilemek suretiyle insanoğlu,  ‘modern bir uygarlık’  birikimi var etmiştir. Çeşitlenen toplumsal ilişki biçimleri; çoğalarak farklılaşan organik sosyolojik iş bölümleri; giderek artan ekonomik ve kültürel zenginlikler vb. beraberinde modern uygarlığın kendine özgü bir  sosyal düzen inşasını  mümkün kılmıştır. Bu doğrultuda  modern hukuk düzeni ve yargı adaleti  sistematik bir yapıya ve kurumsal bir inşaya dönüşmüştür. Ancak bütün bu  sistemsel-yapısal dönüşüme  rağmen, toplumsal meselelerin, daha özelde  hukuki nizaların ya da çekişmelerin  çözümlenmesinde  ‘ideal iletişimsel’  bir zemin ve çözüm yöntemleri teşkil etme noktasında modern toplumların  muzdaripliği  ortadadır. Bu ve buna benzer toplumsal ızdıraplarımızı teskin ve çözümleme sadedinde  kadim tarihsel hafızamıza  referansta bulunmak durumundayız. Kuşkusuz bu minvalde düşünceleri

‘Araf Çağı’: Hegemonya sonrası dönem

“ 1990’dan 2025/2050’ye kadar olan dönemde çok büyük ihtimalle, barış, istikrar ve meşruiyet kıtlığı çekilecektir. Bunun nedeni kısmen, dünya sisteminin hegemonik gücü olan ABD’nin zayıflamasıdır. Ancak asıl neden bir dünya sistemi olarak dünya sistemindeki krizdir. ” Amerikalı ünlü sosyolog ve dünya sistemleri analisti Immanuel Wallerstein’ın bu kehaneti/öngörüsü, dünya sisteminde yaklaşık yarım yüzyıl (1945-1990) süren ABD hegemonyasının nihayete erdiğini kaydetmektedir. Ona göre, bu hegemonya ve/ya ‘umut çağı’ -çoğunlukla sahte umutlar da olsa- sona ermiştir.  ‘Umut çağı’  yerini istikrarsızlığın, düzensizliğin, güvensizliğin ve tekinsizliğin egemen olduğu bir çağa  ‘araf çağına’  bırakmıştır. Dünya sistemi tarihi açısından görece kısa dönemlere tekabül eden  hegemonya  dönemleri, sonrasında ortaya çıkan istikrarsızlıklara bağlı olarak meşruiyet yoksunluğu çekilen dönemler olmuştur. Bu dönemler, bizatihi  ‘güç tekelleşmesini’  tahkim edici unsurların kaçınılmaz biçimde

Kadına yönelik şiddet ve modern cinsiyet rejimi

Resim
  Modern endüstriyel kapitalist düzenin tarihî inşa süreci; üretim biçimleri, mülkiyet, bilgi teknolojileri, tüketim eğilimleri, kültürel kodlar, hukuk ve haklar düzeni, siyasal örgütlenme, ekonomik yapılanma vb. alanlarda yaşanan dönüşümlerle birlikte küreselleşen bir dünya var etmiştir. Küresel ölçekte  dönüştürücü bir kültürel hegemonya  kuran bu düzen, modern toplumlarda esaslı sosyolojik kırılmaları intaç etmiştir. Bu kırılma noktalarından birisini de  ‘modern cinsiyet rejimi’  oluşturmuştur. Endüstri devrimi ile birlikte ortaya çıkan insan gücü (emek) ihtiyacı; kolonyalist Batı dünyasının üretmiş olduğu  ‘şark dünyası’  tahayyülü; üretilen bu  Avrupa-merkezci ve ötekileştirici dünya tasarımına  izafe ettiği cinsiyet tahayyülü; bedenîlik üzerinden üretilen modern kadın imgesi vd. bu  cinsiyet rejiminin süreçsel dinamiklerini  ifade etmektedir. Bu  ‘modern cinsiyet rejimi’ , ne yazıktır ki, kadın hakları, özgürlük ve eşitlik taleplerini ve/ya söylemlerini kuramsal bir

Orta Doğu siyaseti ve sözde referandum

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), 25 Eylül tarihinde Irak merkezî yönetiminin karşıt tutumuna, Irak Federal Mahkemesinin anayasaya aykırılık hükmüne ve yürütmenin durdurulmasına yönelik kararına rağmen  sözde ‘bağımsızlık referandumunu’  gerçekleştirmiştir. Hukuki temelden ve siyasal meşruiyetten yoksun olan bu referandum kararına karşı başta Türkiye, bazı bölge ülkeleri ve uluslararası toplumun uyarılarını dikkate almayan IKBY,  de facto  bir durum ortaya çıkarmıştır. Irak’ın yaklaşık 14 yıl önce (2003) başlayan işgali ile birlikte, etnik, dinî ve mezhebî temelde ortaya çıkan büyük ayrışmalar, çatışmalar ve neticesinde dökülen kanlar coğrafyayı daha derin bir kaosa sürüklemiştir. Dikkat çekici bir biçimde hemen hemen aynı dönemde (2004) kısa bir zaman aralığında örgütsel yapılanmasını tamamlayan ve büyük bir mali kaynağa sahip olan DEAŞ terör örgütü, bu  yıkıcı kaosun  ürünü olarak varlık bulmuştur. Böylece takriben 3 trilyon dolarlık bir maliyete erişen bu işgal ha

Yaşadığımız çağ: ‘Eylemsizlik Gücü’

Resim
  “Yaşadığımız çağ, esasen akıl ve tefekkür çağıdır; tutkudan yoksun, bir heyecanla parlayıp, sonra uslu uslu tekrar istirahate çekilen bir çağ.”  (Sören Kierkegaard) Zamana kayıtlı bir varlık olarak içinde bulunduğumuz anı ve hayatımızı sürdürdüğümüz çağı idrak edebilmenin iştiyakına sahibizdir. İçinde yaşadığımız çağı, idrak kastı ile anlamlandırmaya çalışırız. Kimi zaman onu, bütünlüklü bir anlam dünyası olarak tavsif edici biçimde yorumlarız. Bu süreli ve kayıtlı maceranın akışkan mecralarını keşfe çıkarız. Kimi zaman keşfettikçe küçülen anlam dünyalarının içinde kayboluruz. Bazen içinde yaşadığımız ana ve zamana aidiyetimizi unuturuz. Yaşadığımız çağa ruhunu veren ayartıcı uyaranların esir aldığı yaşam teknolojisine esir oluruz. Aşktan ve tutkudan yoksunlaştıran ve her geçen gün giderek çoraklaştıran çağ zindanına hapsoluruz. Kimi zaman beşerî evrenimizi ağır bir yıkıma uğratan çağ yangınında yok oluruz. Böylece yaşadığımız çağ, bir  esaret çağına  dönüşür.

Millî eğitim meselesi

Resim
Yeni eğitim-öğretim yılı, okul öncesi eğitimden orta öğretime, yenilenen müfredat programından sınav sistemine varıncaya kadar Türkiye’nin eğitim meselesine dair birçok tartışmanın eşliğinde başladı. Bu tartışmalar sürerken, henüz üzerinde çalışılan yeni bir sistemi hayata geçirmek adına, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş  (TEOG)  sınavının kaldırıldığı Millî Eğitim Bakanınca kamuoyuna duyuruldu. Böylece bir türlü sistemsel istikrarı yakalayamadığımız sınav sistemi uygulamalarından birisi daha sonlandırıldı. Millî eğitim alanında sürdürülebilir politikaların belirlenmesi ve rasyonel uygulamaların üretilebilmesi noktasında temel bir sorunla karşı karşıyayız. Bu sorun, eğitim-öğretim sistemimizin zihniyet çatışmaları ve ideolojik koşullanmışlıklarla muallel hâle gelen sancılı modernleşme serüvenimizin  merkez çatışma alanı  olarak algılanmasıdır. Böylesi bir gerilim zemininde yapılandırılan ve istikrarsız uygulama modelleri üreten eğitim sistemimiz,  ‘millî bir mesel

Maraz-ı Hafî: Gönül Yetmezliği

Resim
  Çağ insanına musallat olan gizli marazlardan  ( maraz-ı hafî )  birisi de  ‘gönül yetmezliğidir.’  Bu,  güvensizliği ve gönülsüzlüğü mutlaklaştıran  modern uygarlığın ürettiği bir marazdır. Çözülen benlikler, onulmaz bir gönül yetmezliği marazına düçar olmuştur. Modern insanın derin anlam yitimine tutsaklığı ve bilinç-duygu durumu açısından bastırılmışlığı, onu gönül fukaralığının sefaletine gark ediyor. Hakikate olan yönelişimizi sistematik biçimde anlamsızlaştıran ve/ya değersizleştiren uygar dünya her geçen gün gönül dünyamızı sığlaştırıyor. Gönül dünyamız sığlaştıkça da fiziki yurdumuz ve metafizik evrenimiz daralıyor. Her şey üstümüze üstümüze geliyor. Ufunet basıyor; ruhumuz daralıyor ve huzursuzlanıyoruz. Çarpıtılmış imgelerin istilasına uğrayan zihinlerimiz sığınaksızlaşıyor. Bir idrak, duyuş ve kavrayış olarak gönüllerimiz, modern uygarlığın zihinlerimizi esir alan içkin iktidarının pençesinde kıvranıyor. Biteviye ızdırap verici bir harâbât hâli sarıyor

Küresel Şizofreni: Arakan Soykırımı

Resim
  Bugün kurulu dünya düzeninin küresel baronlarının gözleri önünde sergilenen ağır bir insanlık vahşeti ile karşı karşıyayız. Dehşetengiz bir şiddet ve zulüm düzenine; binlerce masum insanı katleden ölüm tarlalarına; gaddarca gerçekleşen etnik ve dinsel temizliğe tanıklık etmekteyiz. Modern küresel uygarlığımızın temel insan haklarına ilişkin üretmiş olduğu yaldızlı kavramların hegemonyasını yerle bir eden ağır bir vahşetle karşı karşıyayız. İnsan onurunu hedef alan bu yıkıcı vahşet, Myanmar’ın güney batısındaki Arakan eyaletinde yaşayan  Rohingyalı Müslüman topluluğa  yönelmiştir. Myanmar ordusu tarafından bu topluluğu hedef alan etnik temizlik  ( ethnic cleasing ) , öncelikle bölge insanının vatandaşlık haklarından yoksun bırakılarak yurtsuzlaştırılması ve sürgün edilmeleri ile başlamıştır. Birleşmiş Milletler ve yanı sıra birçok sivil toplum örgütü tarafından bu halklara yönelen devlet şiddeti ve hak ihlallerinin tescil edilmesine rağmen, ne vahimdir ki uluslarar

Şehir ve Kentleşme

Resim
  Şehir, toplumsal olanın inşasında varoluşsal bir imkândır. Şehir, bânisi ile birlikte eş-zamanlıca yapılanan bir  ‘ulu şâr’dır’ . Şehir, uygarlıkları anıtsallaştıran zamansal bir inşadır. Anıtsallaşan şehirlerin fikri temelinde  tarihsel bir bellek, ince bir zevk ve özenli bir akıl  vardır. Şehir, tarihin bir izleğidir. Şehir, tarihin aynasında cisimleşen bir surettir. Bu suret, tarihin derununda kök salan medeniyet havzalarında biçimlenir; çünkü şehir ‘medîne’dir. Şehir, medeniyeti var eden bir yaşam kozasıdır. Şehir,   mekânsal bir düzlemdir; iç bütünlüğü ve özgünlüğü ile anlamlandırılmış bir uzamdır.  Şehir, mekâna tutunabilmenin imkânını tarih ve coğrafya üzerinden anlamlandırır. Şehir, toplumsalın inşasıdır. Şehir, sosyo-kültürel, entelektüel, siyasal ve sosyo-ekonomik imkân ve mübadelenin toplumsal bağlamıdır. Şehir, zamansal ardışıklığı içinde toplumun kolektif hafızasıdır. Şehir, deveran eden tarihselliklerin  icra meydanıdır. Şehir, yaşamın gayesi olarak  ‘

Terör: ‘Kirli Eller’-Kirli Emeller

Resim
  Global dünya düzeni, giderek karmaşıklaşan sosyo-ekonomik ilişkiler ağı, dönüşen paradigmalar ve değişen güç dengelerinin çatışmacı gerilimlerine tanık oluyor. Kendilerini  küresel düzenin sözde efendisi  olarak gören güç merkezleri, bütün araçları meşrulaştırmak suretiyle pozisyonlarını tahkim etme mücadelesi veriyor.  ‘Gücün hak olduğu’  fikrine dayanan bu kirli mücadele, çoğu zaman yerli iş birlikçileri aracılığıyla yürütülüyor. Bu kirli mücadele, küresel siyaseti, ahlaktan, değerden ve hukuktan bağışık hâle getirmiştir. Amaçları ve sonuçları açısından etik bir kaygı gözetmeyen bu küresel politik düzenin yıkıcı etkisi kendisini, daha çok ilgili küresel aktörlerin ulusal-siyasal bünyeleri açısından bir tehdit olarak gösterecektir. Zira global dünya, bütün  sosyolojik sterilizasyon ve düşmanlaştırma politikalarına   rağmen çeşitliliğin  egemen olduğu bir politik evrendir. Amaçları itibarıyla  kötücül  ve sonuçları açısından  tahripkâr  çatışmalar üzerinden semirtile